Deprem sonrası orada idik…
Cennet Yüzer Cankılıç
cankilic@ritimhaber.com -Kahramanmaraş merkezli 11 ili etkileyen depremin ardından tam kendimi toplayıp, yeniden yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda Malatya merkezli 5.6 büyüklüğünde yeni bir deprem oldu.
Burada da 29 bina yıkılırken, ilk etapta 1 kişinin öldüğü ve 100 kişinin yaralandığı bilgisi geldi. Maalesef bölge dedikleri gibi tam bir deprem fırtınasına tutulmuş durumda. Deprem yönünden zayıf olarak bilinen Niğde’nin bile 5.3’le sarsılması Anadolu plakasının hareketliliğini göz önüne seriyor.
Bu da “asrın felaketi” diye adlandırılan bölgedeki peş peşe meydana gelen birbirinden bağımsız 4 deprem aslında insanlık tarihinin kayda geçmiş en sarsıcı depremi olduğunu kanıtlamış oluyor.
AFAD’ın açıklamasına göre 3 dakika da artçı sarsıntılar oluyor. Yani olağanüstü durumlar söz konusu.
***** *****
6 Şubat depreminin hemen ardından devletin tüm kurum ve kuruluşları, belediyeler, STK’lar ve hayırsever kişiler bölgeye yardım için akın ederken, biz de Osmangazi Yörük Türkmen Derneği olarak arkadaşlarla mobil mutfağımızı, erzaklarımızı ve battaniyeler ile montlardan oluşan kıyafet yardımlarını araçlara yüklediğimiz gibi soluğu İskenderun’da aldık.
Gece 02.30 sularında İskenderun’a girdiğimizde yer yer elektrik vardı. O da şehrin merkezi dışında yamaçlardaki yerleşim yerlerinde. İskenderun’un yörük köylerinden Bekbele’de depremzedelerin sığındığı çelik konstrüksiyondan yapılma çok amaçlı salona yerleştik. Arkadaşlarımızın bir bölümü aşçımız Nurullah Bayram’ın eşliğinde sıcak çorba için işe koyulurken, biz de Başkan Dinçer Akyel’le beraber merkeze indik. Arabamızın farları eşliğinde yolumuzu bulmaya çalışırken, yıkılmış bina enkazlarından oluşan hayalet kentle karşılaşmayı inanın beklemiyorduk.
Kimisinin önünde arama kurtarma ekipleri çalışırken, kimisinde daha enkaza girilmemiş bile. Hele ki depremin 2. günün gecesinde hiçbir yetkilinin yıkılan binalardan haberleri dahi yoktu.
3-5’li gruplar halinde aileler enkazların önünde ateş yakmışlar hem ısınmaya çalışıyorlar hem de çaresizce enkaz altından çıkacak yakınlarını bekliyorlardı.
Anlatamam o çaresizliği, o sessiz bekleyişleri. Onların metanetli duruşları beni yüreğimden vurdu.
***** *****
İskenderun’un merkezi harabe durumunda idi. Limanda akaryakıt konteynırları yoğun müdahaleye rağmen yanmayı sürdürürken, kentin içinde ayak bileklerine kadar su vardı. Öğrendik ki küçük bir tsunami yaşanmış. Ama dün bilim adamlarının yaptığı son açıklamaya göre bu deniz taşması değil, zeminin sıvılaşmasıyla yer üstüne çıkan su.
Gündüz saatlerinde yeniden İskenderun’a indiğimizde enkaz çalışmalarının daha da arttığını, iş makinalarının konvoy halinde kente giriş yaptığını, dahası polisin, askerin sahada olduğunu görmenin sevinciyle beraber tırlarla erzak ve malzeme yağmurunun başladığını gördük.
Şunu belirtmeliyim. Depremden sonraki ilk 2 günde müthiş bir kaos vardı. İddia edildiği gibi koordinasyon yoktu, AFAD çalışamaz durumda idi. Ama 2. günden itibaren Hatay’ın daha ağır bir yıkım yaşadığının ortaya çıkmasıyla tüm kurtarma, arama, iş makinaları ile yardımlar buraya yoğunlaştı.
***** *****
Kaldığımız bir haftalık süre içinde sık sık Antakya merkez ile Samandağı’na, köylere ve Defne ilçesine de gittik. Buralarda gördüğümüz manzara ise İskenderun’dan daha da beter olması idi. Antakya merkezde savaş bile bu kadar ağır tahribat bırakamazdı. Zira bombalar dahi böylesine eski bir kültürün merkezini, 3 dinin buluştuğu yeri harabe halinde bırakamazdı. Tam bir moloz yığını …
Kentin yapı stoğunun yüzde 95’i ya tamamen çökmüş ya yan yatmış ya sadece son 2 katı duruyor. Geriye kalan yüzde 5’in yüzde 3’ü de kullanılamaz halde.
Samandağı’na da gittiğimizde köylerde yıkımın daha az olduğunu gördük. Genelde ahırları ve müştemilatları çökmüş. Buralarda da enkaz altında kalanlar olmuş ama ya köylülerin kendi imkanlarıyla çıkarılmışlar ya da can vermişler.
Kaldığımız süre içinde pek çok acı sahnelere tanık olduğumuz gibi, pek çok yarım kalmış hikayeleri de dinledik. Elimizden geldiği kadar dertlerine merhem olmaya, acılarını paylaşmaya çalıştık.
Bu yarım kalmış hikayelerin, anıların, sonlanmış hayatların ve ayakta kalanların çaresizliği içinde beni en çok mutlu eden, gururlandıran bu milletin elinde ne varsa, evinde ne varsa bölgedeki kardeşlerine göndermesi.
Büyük felaket karşısında kenetlenmesi.
Dayanışması.
Orada öyle çok yardım için gelen insanlar vardı ki, yediden yetmişe canla başla, gece gündüz demeden seferber oldular. Paranın satın alamayacağı kadar erzak, gıda ve kıyafet yardımı yapıldı.
***** *****
“Devlet nerede?” diyenlere de şunu söylemek istiyorum;
Devlet bakanıyla, askeriyle, polisiyle, belediyeleriyle, öğretmenleriyle, işçileriyle STK’larıyla orada idi. Ama deprem bir merkezde değil, 11 ilde aynı anda ve aynı şiddette etkisini gösterince kentler aynı anda çöktü. Bu bölgeye arama kurtarma ekipleri, iş makinaları zamanında gidemedi. Gitseler bile 200 bini geçen yıkılmış binaya aynı anda giremediler. Bu da maalesef çok canların gitmesine yol açtı.
Siz bakmayın devleti çökertmeye yönelik sosyal medya paylaşımlarına, oturduğu yerden ahkam kesenlere. Bunların sesi böyle zamanlarda hep çok çıkar. Amaçları belli. Kaostan beslenip kargaşa yaratmak. Ben orada gördüm depremden canını zor kurtaranlar, ailelerini kaybedenler hiçbiri inanın devlet karşıtlığında bulunmadı. Tek söyledikleri “Allah devletimize zeval vermesin” oldu.
Ama asıl mücadele bundan sonra…
Her gün büyük depremlerle sarsılan bölgede ayakta kalan ve deprem yorgunu olan binalar da teker teker çöküyor. Evsiz, yurtsuz kalan insanlarımıza bir an evvel güvenilir konutlar sağlanıncaya kadar onlara bakmak devletle beraber hepimizin yükümlülüğünde…